[ad_1]
Mardin’e hakim olan bir çok İmparatorluğun stratejik kalesi olan Mardin Kalesi tarihte birçok Müslüman ve Hıristiyan seyyahların ilham kaynağı oldu.
Şehmus EDİS / MARDİN (İGFA) – İbni Haldun’dan, İbni Batuta’ya, Evliya Çelebi’den, İbn-i Cübeyr’e, Venedikli Tüccar Josaphat Barbaro’dan, Alman Carten Niebuhr’a İtalyan seyyah Domenico Sestini’den Memlük devri vekâyinamelerinden olan Bezm u Rezm’in yazarı Aziz bin Erdeşir-i Esterbâdî’ye kadar bir çok İslam ve Hıristiyan seyyahların hatıralarında ve kitaplarında Mardin kalesinden önemle söz ettiler.
Hamdaniler tarafından 10. yüzyılda yeniden inşa edilen Mardin Kalesi içerisinde tarihsel seyyahların notlarına göre içerisinde birçok yapı barındırıyor. Mardin ve Mezopotamya ovasına hakim bir manzaraya sahip olan kale bir çok medeniyet tarafından kullanıldı.
Tarihte Timur’un bile fethedemediği Mardin kalesi birçok imparatorluğa stratejik kale görevi yaptı.
Ünlü seyyah İbn Haldun, kitabında şehir kurarken dikkate alınması gereken hususlardan birini de ekim dikim alanlarına yakınlık olduğunu belirterek, şunları kaydediyor. “ Mezopotamya ovasına yakınlığı ile uçsuz gibi görünen tarım arazilerine hâkimiyeti Mardin’i bu yönüyle de avantajlı hale getirmektedir. İbn Haldun’un çok erken zamanlarda şehirlerin kuruluşu ile ilgili yapmış olduğu tespitlerin hemen hepsi Mardin için geçerlidir. Bereketli hilal olarak adlandırılan ve yeryüzünde tarımın ilk kez başladığı bölgede bulunan Mardin, tarihi süreç içerisine farklı dinlere, kültürlere ve siyasi teşekküllere mekân olmuştur. Bu süreç içerisinde defalarca harici tehlikelere maruz kalmış ve ihtişamlı kalesi sayesinde bu tehlikeleri zaiyat vermeden atlatmayı başarmıştı. Her iki düşünür açısından bakıldığında Mardin, gelecek saldırılardan korunmak adına oldukça yüksek ve sarp bir noktaya kurulan kalesi ve daha XVIII. yüzyılın başlarına kadar sur dışına taşmayan şehriyle, oldukça güvenli bir şehir olma özelliğini göstermektedir. Kuruluşu itibariyle bir İslam şehri olmasa da bünyesinde barındırdığı zengin çeşitliliğin izlerini taşıyan Mardin, zor zapt edilen bir kale şehirdir. Kale ile birlikte şehrin güvenliği için, günümüze çok az bir kısmı gelen surlar inşa edilmiştir”diyor.
Mardin Kalesi’nin ne zaman inşa edilmiş olduğuna dair kesin bir bilgi tarih kitaplarında mevcut değildir. Ancak geçmiş tarihçilerin ve seyyahların yazdıkları kitaplarda Mardin ismi ilk olarak IV. yüzyılda Romalı Tarihçi Ammianus Marcellinus tarafından kullanılmıştır.
Amid’den Nusaybin’e giden yol güzergâhı üzerinde bulunan yerleşimin “Maride Kalesi” olarak anıldığına dikkat çekmektedir. Süryani dilinde Marde kelimesi “tek kale” anlamına gelmektedir. Evliya Çelebi’nin Mardin kalesinin Yunus Peygamberden beri var olduğunu söyleyen ifadesine rağmen birçok seyyah ve araştırmacı kalenin kuruluşunu çok eskilere götürmektedir. Doğrudan kalenin yapımıyla ilgili olarak bir bilgi Bulunmamasına rağmen, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde kalenin tamir edildiği bilgisine dayanılarak İran hükümdarı Ardeşir tarafından sürgün edilen “Mardeliler” tarafından inşa edilmiş olabileceği iddia edilmektedir. Bu konuda önemli araştırmalar yapmış olan Ara Altun, kalenin bugünkü bilgiler ile X. yüzyılda Hamdâniler tarafından yaptırılmış olduğunu, buna karşılık Dupre’den alıntı yaparak kalenin Roma döneminde onarım gördüğü iddiası ile kalenin yapımının Roma öncesine kadar götürüldüğünü belirtir. Dupre’nin bu görüşünü tartışan Altun, Mardin ve çevresindeki taş işçiliğinin değişmezliğine rağmen bugünkü kale kalıntılarının İslami devir öncesine hele Roma devri öncesine inemeyeceğini söylemektedir.
Mardin kalesi ile ilgili birçok bilgiye vakâyinâmelerden, seyahatnamelerden ve coğrafi eserlerden ulaşılmaktadır.
Tarihin her döneminde güç zapt edilebilen Mardin Kalesi’ni ünlü seyyahlar değişik şekillerde tasvir etmişlerdir. İbn-i Cübeyr (ö. 1217) Mardin Kalesi’nin dünyanın en ünlü ve büyük kalelerinden biri olduğunu vurgulayıp, Mardin şehrinin bu kalenin etrafında kurulmuş bir kent olduğunu belirtir (İbn Cübeyr, Gezip gördüğü yerleri canlı birer levha gibi aksettiren İbn-i Batuta (ö. 1377) ise Dara’dan yola çıkarak geldiği Mardin şehrinden bahsederken “İslam âlemindeki şehirlerin en güzeli, en latifi ve en sağlamıdır” diyerek Mardin Kalesini övmüştü.
Tarihte Bir çok Müslüman ve Hıristiyan seyyahların uğrak yeri olan Mardin kalesi hakkında seyahatnamelerinde yazdıkları notlar …
Tarihin tanınmış kalelerden biri olduğunu ve dağın tepesinde kurulduğunu yazar İbn Batuta,
O, Mardin Kalesi’ne “Şehba” adının verildiğini belirtir ki bu isim o yüzyıllarda Mardin Kalesi için en çok kullanılan isimlerdendir. Evliya Çelebi, Mardin Kalesi’nin yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler verirken hayranlığını “anlatılmasında dil aciz, kalemler yetersizdir, dünya gezginlerince meşhur olan pek çok kaleyi görmek bana nasip olmuştur ancak şu Mardin Kalesi’ne hiçbiri benzetilemez” sözleriyle belirtmiştir. O, bu kale için “o derece yüksektir ki, en yüksek yerinde bulunan yapıların burç ve kuleleri samanyolu gibi mavi bulutlara erişir” İbn-i Batuta (ö. 1377) ise Dara’dan yola çıkarak geldiği Mardin şehrinden bahsederken “İslam âlemindeki şehirlerin en güzeli, en latifi ve en sağlamıdır” diyerek Mardin Kalesini övmüştü. Venedikli Tüccar Josaphat Barbaro’d Mardin kalesi hakkında bilgi veren seyyahlardan biri de Venedikli Tüccar Josaphat Barbaro’dur. XV. asır hakkında kıymetli bilgiler veren bu seyyah, Mardin kalesinden bahsederken Türklerin ve Arapların sözlerini aktararak “bu şehir o kadar yüksektir ki halkı şehrin üzerinden uçan kuşları asla göremezler” demektedir
Bir başka seyyah Danimarka uyruklu Alman Carten Niebuhr ise 1766 yılında geldiği Mardin’i yüksek ve oldukça dik bir kayalığın üzerine kurulu, bir zamanlar kalesinin sağlamlığıyla ünlü bir şehir olarak tasvir etmektedir. Mardin Kalesi’nin bir yıkıntı halinde olduğuna işaret eden Niebuhr, dar ve uzun olarak inşa edilen kalenin, şehrin hemen sırtındaki dik ve yüksek bir kayalığın üzerinde bulunduğunu, en sağlam yerinin ise en yüksekte bulunan köşesi olduğunu belirtmiştir. Kalenin oldukça sağlam olduğunu kaydeden Niebuhr, bunun temel nedeninin kayaların çok dik olarak inmesi olduğunu yazmıştır. Kalede aynı zamanda su kaynağının bulunduğu, bunun yanında yağmur sularını biriktirmek için su sarnıçlarının da yapıldığı seyahatnamesinde kayda almıştır.
1782 yılında Mardin’e uğramış olan Domenico Sestini, Mardin kalesine hayranlığını “Mardin kentini çevreleyen, tüf ve kireç taşından oluşan bir dağın tepesinde, erişilmesi imkânsız kadim bir kale” sözleriyle belirtmiştir. Sestini, kalenin Yunan İmparatorlarından kaldığını iddia ederek, Mardin kelimesinin Marde isminden geldiğini söylemiştir.
Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi’nde, Mardin kalesinden bahsederken “Dârâ’nın tahtı” diyor. Bu kale hakkında, Rum ve Yunan tarihçilerinin kendi Hıristiyan inançlarına göre birçok özellikler ve hayaller yazdıklarını belirten Çelebi, kaleyle ilgili şu efsaneyi anlatıyor: Mardin kalesine çıkmadan kaleyi tasvir ettiğini, çünkü şehirdeki yapılar hakkında bilgi vermediğini, kaleye çıkmak için şehirden geçmek gerektiğini, bu nedenle de Evliya Çelebi’nin şehre ve kaleye girmeden Mardin’in aşağısından geçtiğini, Mardin’deki görevliler hakkında verdiği bilgilerin ise eksik olduğunu belirtir. Bu dolayıdır ki Evliya Çelebi’nin kale ile ilgili anlattıkları dıştan görünüşü ile sınırlıdır.
Memlük devri vekâyinamelerinden olan Bezm u Rezm’in yazarı Aziz bin Erdeşir-i Esterbâdî
Kalesi’nden bahsederken “sağlam duvarlara ve müstahkem bir sura sahip kale” şeklinde kayıt düşmüştür. Memlük devri vekâyinamelerinden olan Bezm u Rezm’in yazarı Aziz bin Erdeşir-i Esterbâdî, Mardin Kalesi’ni kartalların burçları üzerinde uçmayı göze alamadığı bir yer olarak tasvir etmiştir . Yine Nizameddin Şâmi, Zafername adlı eserinde “Bu kale çok sarp ve metindi, delik açmak, mancınıkla dövmek fayda vermezdi. Bir netice elde etmek için uzun zaman muhasara etmek icap ediyordu” demektedir. Görüldüğü üzere seyyahların ve tarihçilerin birleştiği nokta Mardin Kalesi’nin ihtişamlı ve büyüleyici manzarasıdır. Çoğu zaman abartmalarla ifade edilse bile bugün dahi, çok az bir bölümü kalmış olmasına rağmen Mardin Kalesi ihtişamını muhafaza etmektedir. Mardin şehrinden bahseden tüm eski kaynaklar, kalenin ihtişamından söz etmeden şehri anlatmaya geçmemişlerdir.
“Tarihçi Makdisî’ye göre kaleyi bizzat Hazret-i Yunus aleyhisselâm yaptırmıştır. Zira Yunus Nebî, kış mevsiminde Musul yakınındaki Beled El-Hatib şehrinde otururdu. Yaz günlerinde yaylaya çıkıp, bu Mardin dağında istirahat edip ibadet ederdi. Hâlâ Mardin dağındaki büyük bir mağaraya Yunus Nebî savması derler. O asırda bu dağa Şâhika dağı derlerdi. Bu mağaralarda bir ejderha çıkıp, Hazret-i Yunus’a iman edenlerden binlerce ümmeti yemişti. Sonra nice inanmayanlar Hazret-i Yunus’dan mucize isteyip, bu dağdaki ejderi öldürürsen sana iman ederiz dediler. Hazret-i Yunus aleyhisselâm hemen peygamberlik kuvveti ile o ejdere bir taş vurup öldürdü. Üç bin inanmayan iman edip, dağda oturan Hazret-i Yunus’a komşu oldular. Günden güne de zengin ve bey olmaya başladılar. İşte, bu dağda ejder olduğu için dağa Mâr (Yılan) dağı ve şehre de Mardin dediler.
Mardin Kalesi’nin Osmanlılara ne şekilde intikal ettiği bilinmemektedir. Diyarbekir’in fethinden sonra Osmanlı ordusu Bıyıklı Mehmed Paşa’nın kumandanlığında, Mardin’i almakla görevlendirilmiştir Kalenin Osmanlı kuvvetleri tarafından top ve tüfeklerle dövüldüğü bilinmekle beraber, bunun kalede yapmış olduğu tahribat hakkında bir malumat yoktur. Bununla birlikte kalenin fethini müteakiben (954/1518) şehre bir kadı ve kaleye de dizdar tayin edildi.
Mardin Kalesi’nin daha önceki dönemlerde, özellikle Timur istilası, Artuklu, Akkoyunlu, Safevi mücadeleleri ve Osmanlı fethi sırasında aldığı darbeler sonucu birkaç defa tadilata uğradığına dair bilgiler mevcuttur.
Bunlardan ilki XVI. yüzyılda 956/1549 tarihinde, yaz mevsiminde Avlonya Sancakbeyi Hızır Bey tarafından yaptırıldı. Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve ebnâ-yi sipahiyandan Mehmed tarafından tanzim edilen 24 Cemaziye’l-ahir 956/24 Temmuz 1549 tarihli bir defterden elde edilen bilgilerden hareketle Osmanlı Arşivi bu tamirat esnasında 1065 inşaat işçisi, 190 ırgat, 50 marangoz, 24 bıçkıcı (erre-keşân), 12 taşçı, 9 2 Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi, Zeyl-i Heşt Behişt adlı eserinde babası İdris-i Bitlisi’den naklen kalenin kuşatma esnasında toplarla dövüldüğünü ve bunun büyük bir tahribata yol açtığı bilgisini verse de tahribatın boyutlarından bahsetmemektedir. Demirci, 39 zenbilci (zembilgerân), 12 kanalizasyon işçisi (âb-rahgerân), 15 mahzenci, 205 saka olmak üzere, toplam olarak 1621 işçinin çalıştırılmış olduğunu, bu işçilere 74.965 akçe ücret ödendiğini ve bütün inşaat masraflarının ise 80,2780 akçeye mal oldu. Bu tamir işlemi bittikten sonra, surların muhafazası için kaledeki azabların3 kâfi gelmediğini, bu sebeple buraya 50 azab daha gönderildi. 1574 tarihli bir başka belgede, kalenin 1574 senesinde tekrar tamir ettirildiği görülmektedir. Diyarbekir Beylerbeyine ve Defterdarına gönderilen hükme göre, kalenin 75.000 akçeye tamir olunabileceği tahmin olunmuş iken, Mardin mimarlarından İlya, bu işin devamlı olarak kendisine verilmesi şartı ile kalenin tamirini 30.000 akçeye yapabileceğini arz etmiş, bu talebi kabul olunarak tamir masraflarının Mardin haslar mukataası gelirlerinden ödenmesi istenmiştir .
Mardin Kalesi’nin tamirine dair arşiv belgelerine yansımış bir başka hazırlık 1792 tarihindedir. Bu belgede Mardin kalesinin mürur-ı zaman ile harap olduğundan ve eşkıya taifesinin burayı taciz ettiğinden bahis ile kalenin tamir edilmesi gerektiği, tahmini masrafın da 50.000 kuruşa denk geldiği belirtilerek bu miktarın Mardin mukataasının 1791 senesi gelirlerinden karşılanması istenmektedir. Bir yıl sonra Bağdat valisine gönderilen bir başka emirde ise kalenin tamiri için keşfin yapılmasını, daha önce belirlenmiş olan miktardan 25.000 kuruşunun 1791 senesi Mardin mukataasından tahsil edilmesinin istendiğini görüyoruz. Belgelerden anlaşıldığına göre bu durum 1208 senesine kadar sürmüştür. Çünkü 1792 ve 1794 yıllarında yapılan yazışmalarda, kalenin tamirinin şart olduğunu ve sonraki senelerde tahmini keşif bedelinin 50.000 kuruştan 100.000 kuruşa çıktığını anlamaktayız. 1794 senesi Zilkade’sinin 20. gününe ait bir belgede ise Mardin kalesinin tamirinin devam ettiğin ve mimar taifesinin işinin başında olduğunu görmekteyiz.
Mardin kalesi en son 1798 yılında Osmanlılar tarafından kale 79.392 kuruş para harcanarak tamir edildi.
Basra valisine gönderilen emirde Basra ve Mardin kalelerinin tamiratı için gerekli keşif işlemlerinin yapılması ve harekete geçilmesi bildirilmektedir. Bu işlem için ise toplam masraf 10 yük 79.392 kuruş olarak hesaplandı. Görüldüğü 3 Kale azabları, kalelerin büyük ya da küçüklüğüne, hudutlardaki ehemmiyetlerine göre müteaddit ocaklara ve her ocak da bir takım bölüklere ayrılmış asker gruplarıdır. Ayrı ayrı cemaat olup her cemaatin ağa, katip, kethüda, bölükbaşı, reis, bayrakdar ve serdeh, yani onbaşıları vardı. Bölüklere oda denir ve her oda 18 nefer ile bir odabaşından oluşmaktaydı. Kale azablarından biri vefat ederse, yetişmiş oğullarından biri varsa dirliği ona tevcih edilirdi. Bunun üzere kalenin yüzyıl içerisinde birkaç defa tamirata ihtiyaç duyduğu aşikârdır. Bu tamiratın en önemli sebebi ise eşkıyalık faaliyetinde bulunan aşiretlerin kaleyi ele geçirme istekleridir. Kalenin defalarca tacize uğradığı ve bu tacizler sonucunda tamir isteğinin doğduğu belgelerde açık bir şekilde belirtilmektedir. Bu durumdan çıkarılacak en önemli sonuç hiç şüphe yok ki kalenin yüzyılın sonlarında bile önemli bir savunma gücü olduğudur. Osmanlı döneminde Mardin Kalesi’nin farklı devletlerin tehdidine uğramadığı bilinmektedir. Ancak yerel güç unsurlarının gerek kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelelerinde ve gerekse merkezi otoriteye karşı başkaldırılarında kaleyi ele geçirme arzuları kalenin tahrip olmasına ve yeniden güçlendirilmesine sebep olmuştur. Aşiretler iktidar ilişkilerini korumayı ve değiştirmeyi hedeflerken mekan üzerinde belli bir denetim kurmayı amaçlandı.
Seyyahların ve yazarların büyük ilgisini çeken Mardin kalesi maalesef günümüzde ilgisizlikten dolayı kendi kaderine terk edilmiş durumda. Bir taraftan bir türlü bitirilemeyen restorasyon çalışması, bir taraftan da dünya turizmine açılacak sözü ile yıllardır bekleyen Mardin halkı artık kalenin bir an önce turizme kazandırılması için yetkililerin verdiği sözleri yerine getirmelerini bekliyor. 1963 yılında Mardin kalesine konulan NATO radarı nedeniyle halka kapatıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak 7 Haziran 2011’de Mardin mitinginde halka yaptığı hitapta, kalenin turizme açılması için talimat verdiğini açıklamış ve şöyle demişti: ‘Talimatı verdim. Hava Radar Komutanlığı, başka bir yere taşınacak’. Bu açıklamadan sonra, iki bakanlık arasındaki yazışmalar yeniden başlamış, ama bugüne kadar herhangi bir sonuç çıkmadı. 45 yıldır halka kapalı olan Mardin kalesi 2014 yılında restorasyon çalışması başlatılmış ancak daha sonra ödenek sıkıntısı yüzünden restorasyon çalışması yarıda kalmıştı. Geçmişte İmparatorlukların vazgeçilmezi olan Mardin kalesi maalesef günümüzde ise bürokratik engeller ve ihmaller yüzünden dünya turizmine mahrum bırakılmış vaziyete duruyor.
[ad_2]