İlâhî bütünlükten bilinç olarak ayrılınca o bütünlüğü yeniden aramayla başladı bütün macera. Bu arayış dünyadaki yaşam için de temel bir bahane oldu aslında. İnsana varmak için yola koyulan her zerrenin hayata tutunma iradesinin özünde, içerisinde olduğu hâlde artık bilincinde olmadığı vahdet hâlini yeniden yaşamayı arzulaması vardır. Fakat dünyada olup biten şeylerin dalgalar misâli varlığa hücum etmesi yüzünden bir sükûnet, tefekkür ve ibadet hâline geçerek bu bilince ulaşmak oldukça zordur. Ruh, gönül ve bedenin topyekûn bunun için harekete geçmesi gerekmektedir. Bu da ancak insan formunda bedenlenmek ile mümkündür.
İnsana ulaşan bu yolcu, bu merhalede eline geçen kuvveti çoğu zaman nefsanî arzuların, şehvetin, öfkenin ve bir varlık ortaya koymanın endişesi içinde heder etmektedir. Kendisine sunulan suni varlık, içindeki sonsuzluk sebebiyle ebedî imiş gibi görünür ona. Hırsla dünyaya ve diğer tuzaklara düşmesinin özünde bu yatar. Özünde beliren Tanrı arayışını da kendisine putlar edinerek tatmin yoluna gider. Böylece eşya, insan, hayvan, madde ve kavramlar seviyesinde kendisine her dönemde yeni yeni putlar edinir insanlık. Bu, gönüldeki ihtiyacı veya vicdanı susturan doğal bir yöneliştir. Ancak mevcudun birliğini ve bütünlüğünü anlamaya vesile olamayan, inandığı şeylere insanı şahit kılamayan, özdeki sevgi ve bilgi cevherini işleyemeyen her yöneliş sonunda insanlığın hüsranıyla sonuçlanmaktadır.
Bir yazar insanın sembolleştiren bir varlık olduğunu söylüyordu. Buradan hareketle insanın çok kolay putlaştıran bir varlık olduğunu da ifade edebiliriz. Çünkü insan kendini tamamlayacak mânâya eremeyince eksikliği gidermenin en kestirme yolu olarak kendine semboller, diğer bir deyişle putlar edinmektir. Bu yüzden insanlığın hiçbir döneminde puta tapıcılığı ortadan kaldırmak kolay bir mesele olmamıştır. İbn Arabî hazretleri Fütûhât-ı Mekkiye’de “Putperestlik kaldırılamaz.” derken acaba Tanrı arayışı yolunda çoğu zaman kolay yolu, yani sembolleştirmeyi ve somut hâle getirmeyi seçen insanın dramını mı ifade ediyordu? Belki de öyledir. Hâlbuki Tanrı’yı ve evrenin birliğini algılamamız insanlık tarihi boyunca zorlu merhalelerden geçmiş, kendilerini uyaran peygamberler ve insan-ı kâmillerden sonra insanlık yeniden ve ısrarla bir mekân ve şekil içine hapsetmek istediği Tanrılarını temsil eden sembollerine dönmüşlerdir. Ancak aşk ve irfan hamlesi de hiçbir dönemde eksik olmamıştır. Nihayet bu süreç Hz. Peygamber’le beraber önemli bir merhale kat etmiştir. Fakat mevzu ondan sonra bu sefer kavramların putlaştırılması meselesine intikal etmiştir. İçimizdeki özü, irfanı, evrensel gücü açığa çıkarması gereken pek çok ibadet günümüzde sadece şekil olarak icra edilmektedir. Bunların insanda meydana getirmesi gereken hâllerden, birlik ve beraberlikten ehli dışında kimse bahis bile açmamaktadır.
Semboller ve putlar yapıları gereği birer temsil gücüne sahiptir. Arkalarında onların var olmasına, yaşamasına vesile olan derin anlamlar vardır. Zamanla bu anlamlar göz ardı edilince sembollere müstakil değerler affedilmeye başlanmıştır. Sembol öne çıkmakla anlam ortadan kaybolmuştur veya gizlenmiştir.
Günümüz insanı geleneksel olana yaklaşırken çoğu zaman temsil edilen anlamın ne olduğu bilinmediği için semboller gerçekmiş gibi yorumlanır. Divan şiirinde aşkın sembolü şarabın, genel olarak insan-ı kamili, Hz. Peygamber’i ve Cenabı Hakk’ı temsil eden sevgilinin, gönlü ifade eden kadehin ve daha nicelerinin bağlı bulundukları geleneksel bağlarından koparılıp ısrarla yanlış yorumlanması gibi… Bu durumda genelde sembolik anlatımı benimseyen kutsal metinlerin, mitolojinin, masalların, efsanelerin, şiirlerin ve daha nice kadim bilgelik metinlerinin modern insanın sadece sembolleri ve kabuğu gören sığ idraki yüzünden anlaşılmadığı kanaatine varılabilir. Sembol bir anlamda mânânın korunması için bir sığınaktır. O bir kabuktur. Bunu da ancak bilgeliği arayan ve gerçek bilgiyi sezenler anlayabilir. Bu metinlerle uzmanlık seviyesinde ilgilenenlerin bile önemli bir kısmı çoğu zaman birer taşıyıcıdır. Bunları anlayan, yaşayan ve gerçek anlamda yorumlayan kimseler değil… Semboller öne çıksa da arkada var olan anlam ehil birini veya birilerini bulana kadar onları kullanacaktır.
Esasında burada Tanrı’yı arayan insanlığın bu temel motivasyonu ve bunun sembolleştirmenin ana sebebi olduğu üzerinde durulacaktı. Fakat konu arayış-sembol-putlaştırma arasında mekik dokudu. Çünkü hayata yüklediğimiz anlamların özündeki temel dinamik aramaktır.
İnsan tabiatı boşluk kabul etmediğine göre varlığına ve birliğine mânevî bir tecrübeyle şahitlik edemediğimiz bir mabudun yerini beş duyu organıyla ve beşerî olarak algıladığımız, çoğu zaman mânevî yönümüzü tıkayan dünyevî değerler alacaktır. Aslında bu durumda iman ettik diye yücelttiğimiz kavramlar; semboller ve putlar arasında gidip gelen günümüz insanının bir dramı hâline gelmiştir. Nitekim çoğu Müslümanın aklına Allah dendiğinde akla ötelerde bir yerde duran, ölümden sonra karşısına geçip hesap vereceğimiz bir mahkeme reisi gelmektedir. Tabiatıyla bu irfansız bir Tanrı inancıdır. Nitekim Allah lafzının “varlığı içeriden ve dışarıdan kuşatan” anlamı üzerinde düşünmek bile insana derin bir tefekkür hâli yaşatmaya yetebilirdi. Sonuçta bu da bir arayışın eseridir.
Mevlâna’yı, Yunus Emre’yi, Hacı Bayram Veli’yi, Hacı Bektaş Veli’yi, Şeyh Şabân-ı Velî’yi ve daha nice ereni sadece edebiyatın ve tarihin mevzusu olarak gören ve insan-ı kâmillerin eserlerini ve öğretilerini okullarda, camilerde, sosyal hayatta görmeyi istemeyen sığ bir idrakin bizi sevk edeceği yer şişirilmiş bir ego, vehmini ilim zanneden bir cehalet ve daimî bir çatışma ortamıdır. Asırlardır Yunus Emre okuyarak dinini aşk ve irfan seviyesinde yaşayan Türk’ün bugün yaşadığı pek çok güçlüğün temelinde âşıklarını ve âriflerini artık eskisi gibi sahiplenmiyor olması yatmaktadır. Akademik seviyede yapılan çalışmalarla medyada reyting uğruna gösterilen şeyler de artık gönülleri doyuramamaktadır. Özellikle akademik camia yaşamadığı gerçekleri malumat yığınları, ego ve demagoji elinde örterek Türk kültürünün aşk ve irfan boyutunu anlamadaki kifayetsizliğini saklama yoluna gitmektedir.
Durum bir gün tersine döndüğü vakit insanın bu hayatta yaşamasının gerçek amacı, yaşamın ve insanın değeri, İslam’ın sevgi ve irfan boyutu da bizlere açılmaya başlayacaktır. O zaman millet olarak dünyaya yeniden adalet, sevgi ve irfan dağıtmaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.