İnsan, yaşamı çeşitli sebeplerle karmaşık hâle getiren bir varlık. Her şeyin, özellikle de yaratımın çok basit olduğu ısrarla söylendiği hâlde bu karmaşa, panik ve korku havası nereden geliyor?
Açıkçası konu üzerine biraz düşününce bunun, yaratımı içimizdeki İlâhî yön yerine, ısrarlı bir şekilde beşerî tarafımızla değerlendirmek istememizden kaynaklandığını anladım. Yani biz bir yanımızla sonsuz ve muhteşem bir yere yönelmişken bir yanımızla da yok olucu şeyleri tecrübe ediyoruz. Gelip geçici şeylerle anlamı ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Yani fânîlik üzerinden sonsuzluğu tecrübe ediyoruz. Fakat burada bir problemle karşılaşıyor insanlık. Yok olucu şeylere bir sonsuzluk elbisesi giydiriyor. Elde ettiği şeyin ebedî olarak kendinde kalacağını zannediyor. Halbuki durum tam tersi. İnsan, bir duyguyu yaşamak ve bir fikri keşfetmek üzere varlıkla etkileşime girer. Sonra onlar elimizden gider. Çevremizde konumlanan şeyleri, bize bir şeyler öğretmek, yaşatmak ve duyguyu ve düşünceyi özümüzde duymak için kabul edince o zaman içimizdeki karmaşa, korku ve panik havası da yok oluyor. Bunun için bence basit düşünmek ve yaratılışın işleyişini kabul etmek gerekir. Bu, insanın mevcut potansiyelini, hayatını ve ona sunulacak fırsatları değerlendirebilmesi için oldukça gerekli bir bakış açısıdır.
Böyle bir giriş yapmamın sebebi Küçük Prens’i okurken defalarca hissettiğim, bununla beraber yazıya dökmediğim düşüncelerimdir. Küçük Prens, bize hayatı basit bir şekilde yaşamayı ve bununla beraber dikkatimizi her türden oluşa sevk etmemizi isteyen bir elçi gibi gelmiştir bana. O, başka bir yıldızdan bizim için gelmiş, endişelerimizi görmüş, çok etkili dokunuşlarla dikkatimizi “basit” şeylere çekmeyi başarabilmiştir. Buradaki basit kelimesinin hafife alınabilecek şeyler olmadığını en baştan ifade edeyim.
Küçük Prens, onunla karşılaştığında uçağını çöle mecburi olarak indirmek isteyen yapayalnız bir pilottan kendisine bir koyun resmi çizmesini ister: “Lütfen bana bir koyun resmi çiz!” (Antoinde de Saint-Exupery, Küçük Prens, Fransız Aslından Çeviren Ertuğrul Arpat, Bilgili Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 8. -Alıntılar bu kaynak eserden yapılmıştır. Bundan sonra sadece sayfa numaralarını vermekle yetineceğiz.).
İnsan, çoğu kere bir meşgale içerisindeyken bir çocuğun hayata dâir bakış açısını tam kavrayamayacak bir hâldedir. Bununla beraber duygu durumları müsait olanlar ve iç huzurunu yakalayabilenler bunu görmeyi ve anlamayı isteyebilir ve başarabilirler. Çocuk, hayatı daima en derin duygularla yaşayan esrarlı bir varlıktır. Çocukluğun o derin duygu hâli ve küçükken yaşadığımız tecrübe durumları sayesinde hayata daha müsait bir yerden bakarız. Çocukluk, olayları ve durumları karmaşaya sevk etmeden de idare edilebileceğimizi söyler bize. Yazarın, Küçük Prens’i bir kahraman olarak tercih etmesinde sanırım bunun payı var.
Bizim çocukluğumuzu zaman zaman özlememizin temelinde de basit düşünebildiğimiz o zamanlarda içimizde daima bulabildiğimiz bir huzuru yeniden yaşamak istememiz yatar. Aslında insanın yaşadığı her an ve her yaş çok değerlidir. Çünkü başka duygu ve düşünce hâlleri tecrübe edilmektedir. İnsan bu dünyada bunun için vardır. Fakat duyguların ve düşüncelerin yerini eşya ve gösteriş alınca huzursuzluk, mutsuzluk, panik ve korku da kaçınılmaz oluyor. Çünkü bunların içinde özümüzdeki soruları susturmak, nihayetinde de derin bir hayal kırıklığı vardır.
Her türden gösteriş hâli insanlığın panik hâlini de besliyor. Dikkat, derinlik, huzur, diğergâmlık duyguları kayboluyor. Çünkü insanlık özellikle sosyal medya ile manipüle edilerek sanal bir mutluluk reçetesi hazırlanıyor ona. Buna bir tedbir gerekiyorsa hayatı biraz “basit” yaşamanın, bununla beraber hiçbir şeyi hafife almamak gerektiğinin önemine inanıyorum. Küçük Prens de dikkatimizi buna çekiyor. Küçük Prens’in şu sözlerini okuyalım: “Gezegenin birinde suratı kıpkırmızı bir adam görmüştüm. Hayatında hiç çiçek koklamamış. Hiç yıldıza bakmamış. Hiç kimseyi sevmemiş. Toplama işleminden başka hiçbir şey yapmamış. Ve her gün senin gibi tekrar edip duruyor: ‘Ben ciddi bir adamım… Ben önemli bir adamım.’ Bu onu kibirden şişiriyor. Fakat bu bir adam değil, bir mantar!” (s. 30)
Küçük Prens’in burada mantara benzettiği bu kişinin hayat telakkisini pek de ciddiye almadığı ortada. Aslında bu modern insanın ifadesinden başka bir şey değil. Ciddiyet içerisinde yıldızları seyretmeyi, çiçekleri koklamayı yani hayatın kendisini unutan bu insan tipi bu satırlarda pek de tercih edilemeyecek bir sıfatla karşımıza çıkıyor. Bu arada Küçük Prens’in geldiği gezegende “ciddi” olarak ifade edilecek şeylerin bizim gezegenimizden epey farklı olduğu anlaşılıyor.
Küçük Prens’in gezegenleri gezdiği bölümlerin birinde bir gezegende yaşayan kendini beğenmiş birisi vardır. Uzaktan Küçük Prens’i görünce “Aaa! İşte bir hayranım!” (s. 48) der. Bu, aslında çoğumuzun hayata bakış açısıdır. Herkesi kendimizin hayranı sanmak gibi bir gafletle dolu olanlarımız aslında pek çoktur. Bu, bir bakıma içimizdeki yetersizlik duygusu yüzünden dışımızda bizi moral olarak takviye edecek durumlar aramaktır. Pek tabii, çoğu zaman bunun da sonu hüsrandır.
Küçük Prens’in günümüz insanını davet ettiği şeylerin başında “düşünmek” geliyor. Herkes çeşitli şekillerde, durumlarda ve vakitlerde elbette düşünüyor. Fakat bu, genel olarak planlı ve hamle ruhu taşıyan bir özellik göstermiyor. Perişan bir hâlde düşünüyoruz. Genelde de düşünmekten ziyade nefsin zafiyetleri ile yol alıyoruz. Kast ettiğim bu değil. Kendimize vakit ayırmak, mânen yükselmek, gereksiz her türden duygu, eşya, olay, durum cinsinden şeylerden kurtulmak üzere düşünmek… Bazen hüzünleri derinden yaşamak ve içinde bulunduğumuz hâli kabul etmek üzere tefekkür etmek… Bu bakımdan hüzün ve düşünce çoğu zaman iç içedir. Kitabın bir yerinde Küçük Prens’in bunun için özellikle gün batımı esnasında düşünceye yöneldiğini anlıyoruz: “-Biliyor musun, insan çok üzgün olduğu zaman gün batımlarını öyle sever ki… -Güneşin batışını kırk dört defa izlediğin gün… O gün çok mu üzgündün? Fakat Küçük Prens bu soruma cevap vermedi.” (s. 27)
Küçük Prens, yolculuğu esnasında birçok yere uğrar. Bunların biri kibir budalası birinin yaşadığı bir gezegendir. Bunun yanında değişik hallere sahip kimselerin yaşadığı başka gezegenlere de uğrar Küçük Prens. Yönetmeyi ve ona buna emir vermeyi seven, görüştüğü herkesin kendisine hayran olduğunu zanneden, melankoli hâli içerisinde daima içen bu kimseler içerisinde sokak lambasını sürekli yanıp söndüren, oldukça küçük bir gezegende yaşayan birisi Küçük Prens’in dikkatini çeker. Aslında Küçük Prens orada yaşamak ister. Fakat gezegenin küçüklüğü yüzünden oradan ayrılmak durumundadır. Küçük Prens şöyle düşünmektedir: “Kendime dost edineceğim tek kişi o. Fakat onun gezegeni gerçekten çok küçük. İki kişiye yer yok.” (s. 61)
Kitabın on beşinci bölümünde anlatılan coğrafyacı aslında kitapları tanıdığı halde kendini ve çevresini tanımayan insanlara bir göndermedir. Küçük Prens; şehirler, ırmaklar, okyanus, çöller hakkında bilgi veren, bir kitabı durmaksızın elinin altında tuttuğu halde yaşadığı gezegeni tanımayan coğrafyacıya sorduğu sorulara cevap alamaz. Bu da onun doğal olarak tuhafına gider.
Küçük Prens, bu coğrafyacının kendisine tavsiyesi üzerine olsa gerek dünyaya da uğrar. İlk olarak bir çöle iner. Çölde insanları arar fakat kimseyi göremez. Bu arada bir yılanla konuşur. Ona burada kendini yalnız hissettiğini söyler. Yılan da ona “İnsanlar arasında da yalnız hissedilir.” (s. 69) diye cevap verir. Bu arada Küçük Prens’in görüştüğü hayvanlar da oldukça bilge varlıklardır. Küçük Prens’ten kendisini evcilleştirmesini isteyen tilki, konuşma esnasında dilin bütün yanlış anlamaların kaynağı olduğunu (s. 82) ifade eder. Tilki Küçük Prens’le konuşmasının sonlarına doğru şunları da söyler: “En iyi, kalp gözüyle görür insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”, “Gülünü değerli kılan, onun için harcadığın çabadır.” (s. 85)
Küçük Prens’in kendisiyle konuştuğu tren yolu makasçısıyla muhaveresi de oldukça ilginçtir. Küçük Prens tren yolculukları yapanların geri döndüğünü öğrendiğinde “Gittikleri yerden memnun kalmamışlar mı?” (s. 86) diye sorar. Tren yolu makasçısı şöyle der: “İnsanın bulunduğu yerden memnun olduğu nerede görülmüştür ki!” (s. 87).
Bütün bu alıntılardan amaç Küçük Prens’in modern sandığımız hayatımıza çok iyi bir dikkatle yöneldiğini ve bu mutsuz insana basit şeyleri yeniden hatırlattığını ifade içindir. Günümüz insanı yoğun meşgale içindeyken aradığı şeyleri kolayca bulacağını zannediyor. Halbuki en küçük mutluluk vesilelerini bile bu yüzden kaçırıyor.
Küçük Prens, bizi etrafımıza, çevremize, kendimize yeniden fakat derinlikli bir şekilde yönelmeye sevk ediyor. Mutluluk ve huzur basit şeylerde olabilir, bunu gösteriyor. Aslında mutluluk ve huzur en karmaşık meseleleri bile basit hale getiren tılsımlı birer anahtardır. Bu da hayata hangi anlamları yüklediğimizle ilgilidir. Burada Küçük Prens’in şu sözlerini okuyalım: “İnsanlar çok aceleci… Trenlere doluşuyorlar, bir oraya bir başka yere gidip geliyorlar fakat ne aradıklarını bilmiyorlar. Sadece dolaşıp duruyorlar.” Küçük Prens, bu sözlerine şunu da ekler: “Bu sıkıntıya değmez.” (s. 93)
Küçük Prens’in dilinden de ifade edildiği gibi insanlar daimî bir hareket halinde. Fakat nereye, niçin gittiklerini bilmemek yüzünden mekân duygusundan mutluluk vesilesi çıkaramıyorlar. Bu yüzden de çabuk sıkılıyorlar. Bu, ne aradığını bilmemek yüzünden olabileceği gibi mutluluğu daima dışarıda aramaktan da kaynaklanıyor olabilir. Küçük Prens bunu çok iyi anlamış gibidir: “Senin gezegenindeki insanlar, tek bir bahçede beş bin gül yetiştiriyor ama aradıklarını bulamıyorlar.” (s. 95). Sonra “Hâlbuki aradıkları, tek bir gül veya bir damlacık suda bulunabilir.” ve “Ama gözler kördür. Kalp ile aramak gerekir.” sözleri onun bu konudaki derin tespitlerindendir.
Hayata bazen değil çoğu zaman Küçük Prens’in baktığı yerden yönelmeye muhtacız. Huzurun derinlikli bir şekilde yaşanması için bu kitabın okunması ve özümsenmesi gerekir. Sanki bir başka gezegenden bizi mutlu edebilecek vesileleri hatırlatmak üzere dünyamıza gelen Küçük Prens’in herkese söyleyeceği şeylerin olduğunu düşünüyorum.