Zaman zaman Bolu’nun güzel ilçesi Dörtdivan’ın kuşlarını seyrediyor ve onları dinliyorum. Leylek, şahkartal, atmaca, karatavuk, alarga, sığırcık, hüthüt, ördek, akbaba ve daha adını bilmediğim daha bir sürü kuş… Sabahları cıvıl cıvıl hâlleriyle o güzellerin seslerine uyanıyorum. Yürüyüşlerde onları dinliyorum. Varlık onların lisanından her şeye bir konser veriyor sanki. Eminim bir şeyler söylemek istiyorlar. Bunu gönülden anlamaya çalışıyorum.
Son zamanlarda leyleklere takılıyor gözlerim. Tarlalarda bir araya geliyorlar. Gökte bazen de toplu hâlde görüyorum onları. Daha az önce gökyüzünde onlarca, belki yüzlerce leyleğin bir araya geldiğini, bir merkez etrafında döndüklerini sonra da Yeniçağa yönüne doğru süzüldüklerini gördüm. Bu sessiz fakat tabiatla çok derinden bütünleşen canlılar insanı derinden derine düşünmeye davet ediyor.
Tabiatı dinlemek biraz da kuşları dinlemek demek. İnsana huzur veren diğer şeyler gibi kuşlar her türden halleri ve güzellikleriyle doğayı ve insanı besliyor. Bir teselli gibi onlar. Dörtdivan muhteşem doğasıyla onları seyretmek ve dinlemek üzere insana bir dolu fırsat sunuyor. Ben de zaman zaman toparlanıp onların sesini dinlemeye geliyorum. Şimdi Ulusu’yun yanında zihnimi sesleriyle, gönlümü güzellikleriyle dolduran kuşları seyrederken yazıyorum bu satırları.
Ulusu ve tabiat kuşlar gibi şen… Dahası onları dinledikçe ben de şen oluyorum. Seslerinde kendimi buluyorum. Huzuru, derin bir sevinci tadıyorum.
Dörtdivan her türden güzelliği yanında kuşlarıyla da derin bir muhabbet hâli yaşatıyor bana. Ulusu nasıl ki, akan bir mânâyı ve gönlüme dolan ilhamı temsil ediyorsa kuşlar da söylemek ihtiyacı içinde olan Dörtdivan’ın ve bu mübarek toprakların lisanı gibi geliyor bana.