İnsan ne kadar hüzünlü olsa, her yeni gün bir dolu yaşama sevinciyle geliyor. “Haydi kalk!” der gibi geliyor. Sabahın erken vakitleriyle ötmeye başlayan kuşlar, tertemiz hava, ormanlar, tarlalar ve yücelen dağlar hep yaşama sevincini haber veriyor insana. Buradan anlıyoruz ki, hayat yaşatmak üzerine kurgulanmış. Hayatta ne kadar fırtınalar olursa olsun, her şey günü zamanı gelince bir dengeye oturuyor. Bazen hiç ummadığımız bir yerde işler yoluna giriyor, hayatımız bir sükûnete ve dinginliğe kavuşuyor.
Hayatın tazeliği ve onun her dâim böyle yenilenmesi insana huzur veriyor. Neşemiz çoğalıyor. Hele hayatı içeriden izlemeye çalışırsanız zaten yaşamak için sayısız sebebin olduğunu duyarsanız.
Bu hayatın bir güzelliği var. Yaşamak ne de olsa güzel bir şey. Biz, her gün, her zaman bu hayata güzel dokunuşlar yapmaya, onu daha anlamlı kılmaya çalışıyoruz. Böyle olmadığı zamanlarda içimizde bir sorgu sual faslı da başlamış oluyor. Öyleyse hayatın kendisi bizden onu güzel ve anlamlı kılmak için bir talepte bulunuyor demektir.
Her yeni güne böyle bakmaya çalışıyorum. Görünürde bir plana tâbi olmadan fakat vicdanıma iyi gelen güzel, hizmet dolu, anlamlı vakitlerle hayatımı zengin kılmaya çalışıyorum. Böylece anlamlı bir hayatımın olması için çalışmış oluyorum. Geçen her gün, bizim ömrümüzün, hayatımızın bir parçası. Günler, bize sunulmuş bir hediye gibi. O halde insan bu hayatı güzel ve anlamlı yaşamaya özen göstermeli.
Bir güzellik, bir iyilik, bir çalışkanlık eseri, kimseler tarafından bilinmese, görünmese bile ruhumuz tarafından tecrübe ediliyor. İnsanın özü her türlü güzellikten hoşnut kalıyor. Ruhumuz güzellikten olduğu kadar anlamlı bir hayattan da besleniyor. O zaman her yeni günü bizi daha çok iyileştiren fırsatlara çevirmeliyiz. Zaten geçip gidiyoruz. Kimsenin gücü bu dünyada kalmaya yetmiyor. Hayat böylesine geçip gidiyorsa onu her türlü güzellikle ve derin anlamlarla içimizde biriktirmeliyiz.