Yedigöller’e geldim. Bir rüyada gibiyim. Bu kadar güzelliği kendinde toplayan gölleri seyrediyorum uzun uzun. Sulara vuran ağaçların yansımaları, çeşit çeşit kuşların sesleri beni derin düşüncelere davet ediyor yine.
Göller içimde gizlenmiş bir dünyayı, hislerimi harekete geçiriyor. Kımıldanmalar oluyor gönlümde. Saf ve tertemiz bir enerjiyle doluyorum burada.
Yedigöller’e gelince varoluşu bu kadar dolu hisseden, hayatı böylesine derinden yaşayan her türden canlı bitmez tükenmez bir yaşama enerjisi sunuyor bana.
Çağlayan suların sesine kapılıyorum burada. Yer yer şelaleler meydana getiren suların köpüren coşkunluğunda zihnimi ve kalbimi yıkıyorum Yedigöller’de. Sanki arınıyorum. Bu yüzden firsat bulur bulmaz Yedigöller’e geliyorum. Sessiz sakin içimde meydana gelen oluşlara ve gönlüme dolan güzelim ilhama izin veriyorum.
Dolu dizgin duygular yaşıyorum burada. Sonra onları kalemimle sakinleştiriyorum ve satırlara döküyorum. Yoksa yatağında duramayan, sakin kalamayan sular gibi bu duygular beni perişan edebilirlerdi. Fakat Yedigöller’e gelince onlar da derhal yazılmak istiyor ve hemen satırlara dökülüyorlar.
Yedigöller duygunun coşkun olduğu bir yer. Tıpkı burada çağlayan dereler gibi… Yedigöller’i kuşatan ormanlar, ağaçlar ve buram buram hayat tüten toprak gibi… Bu yüzden insan kendini bir rüya ikliminde zannediyor. Nasıl zannetmesin! O muhteşem ağaçlar ve orman sadece sulara değil gönlümüze ve duygularımıza da yansıyor. Bizi alıp bir rüya iklimine çekiyor.