Bir nefes gibi içime doluyor Dörtdivan. Türlü güzelliğini seyrediyorum. Hem yürüyorum hem de onu dinliyorum.
Neredeyse yaz geldi fakat yağmurlardan başımızı alamadık. Hava serin ve biraz üşüyorum. Etrafımı tatlı bir yalnızlık ve neşe sarmış. Çiçekler her yanı kuşatmış. Havada gri bulut kümeleri geziniyor. Yürüyorum. Yürüdükçe Dörtdivan’la kurduğum o derin âşinâlığı daha yürekten duyuyorum. Yemyeşil tarlalar, rengârenk çiçekler, kuş sesleri doluyor dimağına.
Dörtdivan renkten, kokudan, güzellikten bir cümbüş olmuş karşıma çıkıyor. Tatlı tatlı kokular saçan papatyalara bakıyorum. Suların yanı başında küme küme nasıl da açılıp saçılmışlar! Daha başka çiçekler doldurmuş yanımı yöremi. Adını sanını bilmediğim şu çiçeklerin dilinde Dörtdivan bir güzellik olmuş da bir şeyler söylüyor bana. Onu ben gönlümle dinliyorum. Ne dediğini çok güzel anlıyorum. Burada yürürken bir diyarın sevilirken duyduğu hazzı yaşıyoruz beraber.
Dörtdivan sadece bir nefes olmuyor; bir neşe, bir heyecan, derin bir duygu olup gönlüme doluyor. Basitliğin ve dinginliğin içinde nasıl mutlu ve huzurlu olunur, bunu Dörtdivan’dan öğreniyorum. Yaşamak böylece bir esinti kadar hafif, bir manzara gibi seyirlik oluyor.
Böyle olmasa ne olacak ki! İşte binlerce yıldan beri sayısız insanın yaşadığı Dörtdivan’ı dinlerken ona dâir hiçbir incitici duyguya, düşünceye içimde yer vermemeye dikkat ediyorum. Her köşesinde bir bilgelik, bir neşe, bir güzellikle beni karşılamasından daha doğal ne olabilir şimdi!
İnsan yaşadığı yeri sevmeli. Ben de Dörtdivan’ı seviyorum. Böylece Ben onda yaşarken o da bende yaşamış oluyor. Nihayet birlikte mekânın ve insanın sevgide buluşmasından ibaret bir duyguyu tadıyoruz beraber.