Yanlış insan, doğru insan; yanlış zaman, doğru zaman diye bir şey yoktur. Öğrenmesi gereken ve yolculuk hâlinde olan bir insan vardır. Hayata, olaylara, insanlara yanlış-doğru ayrımından bakmaya devam ettikçe bunlar hiç şüphesiz tekrarlanmaya da devam edecektir. Ancak bizi üzen ve kederlendiren şeylerden gereken dersi alabilirsek ve dersin her dâim devam edebileceğini kabul edebilirsek onlardan sıyrılabiliriz.
Yanlışlık ve doğruluk kavramlarındaki ısrarlı tavır egonun eseridir. Birini veya bir şeyi buna göre kabul etmek durduğumuz yerin en doğru yer olduğunu söylemekle eşdeğerdir. Fakat çoğu zaman insanın bakış açısı da değişir. Üstelik bu hayatta dâimâ değişim esastır. Asıl değişmesi gerekense her şeyi bir yargıç gibi değerlendirmeye çalışan benliğimizdir. Huzursuzluğumuzun kaynağı da odur.
Esasında bize rahatsızlık veren her şey bizde değişmesi gereken bir şeye işaret eder. Hâlbuki kendi nefsimize uygun gelen doğrular ve yanlışlar çok sığ bir idrakin neticesi ve yansıması olabilir.
Öyleyse insan durduğu yeri ve düşüncelerini mutlak addetmemeli. Çünkü hepsi bir gün değişecek. Değişmek mecburiyetinde kalacak. Dolayısıyla şu yanlış zaman, yanlış insan bencilliğinden bir sıyrılmak lazım. Böyle olmazsa bir başkası da bizim yanlış bir insan olduğumuzu düşünecektir doğal olarak. Bu da elbette ferdî ve sosyal huzursuzluğu artırmaktan başka bir şeye yaramayacak.
Dünyada değişmeyen bir şey varsa o da insanın kendisini, evreni ve Yaratıcıyı tanıması hakikatidir. Eylem, düşünce ve duygularımızın temelindeki temel motivasyon budur. Böyle olunca hemen her şey özümüzü tanımaya yönelik bir hamleye dönüşmeye programlanmış gibidir. Yani biz burada kendimizi tanımak için varız. Dışarıda yanlış diye hüküm verdiğimiz insanlar ve diğer şeyler insana kendi hakikatini hatırlatmak üzere tayin edilmiş uyarıcılar olabilir. Böyle bakınca meseleye, doğruların ve yanlışların kabul ettirmeye çalıştığı bir şablonun insana vereceği huzursuzluk hâlinden kurtulma şansına sahip olabiliriz.