Yedigöller yolculuğu bana iç huzuru veriyor hep. Dağları seyrede seyrede yola devam ediyordum. İçimdeki o tatlı bir huzur hâli, yolculuğun daha ilk başlarında kendini göstermeye başlamıştı. Yalnız ve sakin kaldığım bir gün olacaktı. Fazla konuşmayacaktım. İçimi, gönlümü dinleyecektim Yedigöller’de.
Giderken dağların meydana getirdiği o muhteşem bir manzarayı gören bir mevkide durdum. Kamp sandalyesini de kurdum. Oturup dağların gönlüme ve ruhuma nüfuz etmesini bekledim. Yemyeşil ormanların kapladığı dağlar ve bulutlu gökyüzü bana tarifsiz duygular yaşattı doğrusu.
Yola devam ettim. Yedigöller’e yaklaştıkça yeşilin âhengine bırakmaya başladım kendimi. İlham, duygu ve tefekkür ağaçların yaprakları arasından gönlüme şırıl şırıl akıyordu. Yedigöller’e gelince her zamanki gibi arabayı Deringöl’ün yanına park ettim. Sonra bir banka oturup Deringöl’ün o derin ilhamını içimde duya duya orada dakikalar geçirdim. Belki biraz uzunca kaldım. Çay içtim. Sonra da Büyükgöl’ün yanına geldim.
Her durduğum yerde uzunca denecek bir süre kalıyordum. Telefona, fotoğraf çekmeye pek iltifat etmeden orada durup duygularımı ve düşüncelerimi yaşamaya çalışıyordum. Bazen etrafımdan insanlar geçiyordu. “Bu burada ne yapıyor?” diye düşünüyorlardı herhalde. Çünkü durup bakanlar oluyordu. Fakat insanlar fotoğraf çekmekten hayatı yaşamayı unuttular günümüzde. Başkalarına göstermek, gösteriş yapmak için yaşıyoruz. Yedigöller’e gelen hemen derhal fotoğrafa, telefona tutunuyor. Halbuki burada gizlenen duyguyu hissetmek gerek önce. Burayı yaşamak gerek. İnsandan geriye bu kalır. Bütün fotoğraflar mazide kaybolup gider. Bir gün gelir onlara bakan bile kalmaz. Fakat insandaki yaşanmışlıklar, hayatı ve doğayı anlama çabası ve tecrübeler hiç kaybolmaz.
Gezerken bazı notlar aldım. İlhamı duydukça manzumeler yazdım. Yoluma devam ettim. Seringöl’ü de gördükten sonra yol boyunca Deringöl’ün yanına geldim tekrar. Etrafını bir kere dolaştıktan sonra namaz kıldım. Namazdan sonra bir şeyler yiyip gölleri gezmeye devam ettim. Şelaleye doğru yürüdüm. Suların sesini ve ormanı dinledim. Şu güzelim tabiat bana çok iyi geldi doğrusu.
Dün Yedigöller’de aslında içimin huzurla dolu olduğunu fark ettim. Biz bu seneye çok hızlı ve dolu başladık. Meşguliyetler üst üste geliyor. Sanırım bu durum içimdeki huzuru biraz gölgelemiş. Memlekette, Abazdağı’nda zaten haftalar geçirdim. Fındık bahçelerinde bulundum. Zaten bende bir huzur hâli mevcut olduğunu dün Yedigöller’de anladım. Önceki gelişlerimde yoğun hüzünlerin, yorgunlukların, yeislerin içimden azar azar süzülüp gittiğini duyardım.
Dün şelalenin yanında bir müddet kaldım. Şelaleyi dinledim. Sesi her zamanki gibi harikaydı. Yola devam edip Nazlıgöl’ün yanına geldim. Nazlıgöl’ün suyu epey çekilmiş. Ona bir şiir yazdım. Biraz da sularını seyrettim. Buradan İncegöl’ün yanına geldim. Sazlıgöl’ün ve İncegöl’ün yanında epey kaldım. Bir yazı yazdım.
İnsan bu yerleri sevdiğiyle, sevdikleriyle gezmeli. Dün hep bunu düşündüm. Bir yâr ile buralarda gezmek ne anlamlı, ne derin duygular yaşatırdı insana.
Yedigöller’de saat altıya kadar durmayı düşünüyordum. Fakat dört buçuk gibi yola çıktım. Yedigöller’e inşallah kısa sürecek bir veda deminden sonra tekrar geleceğim. Giderken dereleri dinledim yine. Ormanları, ağaçları seyrettim. Bunlar bana çok derin bir huzur hâli veriyorlar. Yolda bir çeşmenin yanında durdum. Suyundan içip sonbaharın gölgesi düşen ormanları, ağaçları seyrettim. Vadiden ırmağın sesi geliyordu. Biraz onu dinledim.
Bugünkü Yedigöller yolculuğu birçok güzel hissi gönlüme tattırdı. Kasımda oraya yine gitmeyi düşünüyorum.