Yeniçağa Gölünün kıyısına geldim. Yağan onca yağmurla beraber gölün suları da dolup taşmış. Önceden gölü izlediğim yerler suyun içinde kalmış.
Hava biraz rüzgârlı ve çok tatlı bir akşam güneşi var. Gölün kıyıya vuran dalgalarını ve kamışların sesini dinliyorum. İnsanı kendine davet eden güçlü bir tabiat duyuluyor Yeniçağa Gölü’nün yanı başında. Gölün ve doğanın söylediklerini kıyıya taşıyan bu güçlü lisanı dinliyorum şimdi.
Ne kadar söylese ve ne kadar derinden anlatsa bile gölün sessizlikten güç aldığını hissediyorum. Burada bir sükûnete bürünmüş bulutlar, gökyüzü ve şu eşsiz manzara huzurun biriktiği bir deniz gibi sakin ve derin geliyor şimdi bana.
Durmaksızın yenilenen hayatı hissediyorum burada. Gölün dalgalarıyla beraber yaşamın hakikati biraz daha âşikâr oluyor gibi. Esrarlı bir şekilde infilak edercesine geçip giden zaman, perdelerini burada biraz daha aralıyor bize. Huzur veren bir hakikatin kenarına kadar geldiğini seziyor gönül. Esrarlı bir şekilde teslim oluyor gölün seslerine fakat ille de tabiata sinmiş bu derin sükûnete sığınıyor. Basitliğin verdiği dinginliği duyuyor insan. Yahut duyduğu şeylerde daha da derinleşmeyi tercih ediyor.
Rüzgâr esiyor, kamışlar ses veriyor, bulutlu ve güneşli gökyüzü insanın yüreğini yıkıyor. Gölün kenarında gönül dolusu bir tefekkür ve huzurdur insanın nasibi. Alacağını alıyor, vereceğini veriyor. Göl ve insan arasında tatlı bir duygudaşlık yaşanıyor. İnsan ilhamı, duyguyu seziyor burada.
Yeniçağa Gölü bu akşam, eşsiz güzelliğiyle beraber en derin ilhamları gönlüme duyururken kadim zamanlardan ve onun yaşlı ruhundan beklenen bir canlılık ve bilgelikle söyleşiyor benimle.